Küçük beyaz yakalı çalışanın bazen tepeden bakmayı sevdiği ortalama işçi, sıklıkla yalnızca maddi açıdan değil aynı zamanda ikinci üzerindeki varoluşsal üstünlüğünden de keyif alır. Sınıf bilincine sahip bir proletarya olarak her şeye rağmen varoluşunun anlamına ilişkin bir şekilde onu bilgilendirme hakkını elinde bulunduran vülger Marksist kavramların koruyucu örtüsü altında yaşamına devam etmektedir. Bugün ise, o örtü oldukça defoludur.
Küçük beyaz yakalı çalışan kitlesi, entelektüel olarak evsiz olmaları dolayısıyla kendilerini işçi sınıfı olarak proletaryadan ayırmaktadırlar. Şimdilik yoldaşlarına giden yolu bulmak konusunda yetersizler ve daha önce yaşadıkları burjuva fikirler ve duygular konağı, ekonomik gelişmeler ve dayanaklarının aşınması sebebiyle çökmüştür. Düzelecekleri bir öğreti ve onlara rehberlik edecek bir hedefin olmadığı bir şimdide yaşıyorlar. Böylece, iyileşme korkusu içinde yaşıyor ve pek çok sorun içinde eriyip gidiyorlar.
Yalnızca kısıtlanmış bir anlamda yaşam olarak adlandırılabilecek olan bu yaşamı, daha yüksek şeylere erişebildiği çeşitli yollar kadar tanımlayan başka bir şey yoktur. Bu daha yüksek şeyler, öz olarak değil ancak parıltı olarak, bir toplanmanın değil bir dağınıklığın sonucu olarak algılanır. Tanıdığım küçük bir beyaz yakalı şöyle sormuştu: “Neden insanlar barlarda çok fazla vakit harcıyor?” “Büyük olasılıkla evleri yıkık durumda ve bazı heyecanları deneyimlemek istiyorlar”. Kimi zaman “ev”, küçük beyaz yakalı işçiler için hazırlanan dergilerdeki reklamlarda grafiği çıkarılmış hâliyle günlük olduğu kadar yerleşik [residental] bir yaşamı da kapsar. Onların temel ilgileri: kalemler; kıymetli [Kohinoor] kalemler; hemoroit; saç dökülmesi; yataklar; krep tabanlar; beyaz diş; gençleşme tedavileri; kahve tüketim alışkanlıkları; ses kayıt cihazları; yazarların krampları; özellikle ötekilerin huzurunda titreme; haftalık taksitlerle kaliteli piyanolar ve benzeri. Düşünmeye eğilimli bir stenograf yukarıda bahsedilen işçiye benzer bir şekilde kendini şöyle ifade etmiştir: “Kızlar çoğunlukla mütevazı koşullardan gelir ve çekicilik tarafından yoldan çıkarılır”. Daha sonraları, genelde kızların oldukça göze çarpıcı bir şekilde ciddi sohbetlerden kaçındığını açıklamıştır. “Ciddi sohbetler” ona göre, “yalnızca dikkat dağıtır, dikkatlerini tadını çıkarmak istedikleri çevreden uzaklaştırır”. Ciddi sohbet dikkat dağıtıcı bir etkiye atfedildiğinde, dikkat dağınıklığı meselesi ciddi bir aşamaya gelir. […]
Beyaz yakalı işçiler ve rol modelleri arasındaki karşılaşmalar şaşılacak derecede açıktır. Genellikle toplumla istemsiz bir karşılaşma, işçilerdeki uyuklayan arzuları uyandırmaya yeter. Laf açılmışken, bu kolay heyecan endüstrideki beyaz yakalı bir işçinin gözlemleri yoluyla kanıtlanmıştır. Ofisindeki departmanlardan herhangi birinde sadece birkaç çalışan bile müşterilerle muhatap oluyorsa, bu modern toplumsal ahlak bekçilerinin [watchguards] şık davranışı hemencecik öteki personele bulaşmaya başlar. Algılanamaz sinyaller sürekli olarak işçilerin arzularına lüzumsuz bir rehberlik teklif eder. Böylece prestijli bir departman mağazasının vitrinindeki manken ucuz hazır giysiler giyinmiş, süslü orkideler arasında gururlu bir şekilde poz verir hâldedir; bu nedenle Lunapark’taki bir yarış pisti, düşük maaşlı çalışanlar için kendilerini centilmen sürücüler gibi hissetmelerine izin verilmesinin keyfini yaratır. Küçük etkiler, büyük nedenler.
Kitleler söz konusu olduğunda, işaretlerin nazik dili yeterli değildir. Berlin’de yaptıkları gibi, bir araya geldiklerinde, kendi sığınakları oluşmaya başlar. Gerçek anlamda sığınaklar, bir zamanlar Berlin’de yayımlanan bir gazetede bir gevezenin ifade ettiği gibi, “az parayla geniş dünyayı hissedebileceğiniz” kocaman kulüplerdir. Taşralılar için daha fazla anlam ifade eden The Fatherland House; aynı şekilde daha yüksek maaşlılar için Resi (yerleşik kumarhane); Friedrichstraße üzerindeki Moka-Efti işletmesi- bu gibi yerler ve benzerleri, büyük şehir sakinlerinin cazibe ve dikkat dağıtma açlığını yatıştırmak için yanılmaz bir içgüdüyü ortaya çıkardılar. Açığa vurulmamış slogan budur: işyeri imalathanesinden eğlence imalathanesine. […]
Bütün olaylar, örgütlenmemiş küçük beyaz yakalı çalışan kitlelerle ilişkilidir ve bu kitlelerin sorumlusu olduğu bütün hareketler bugün ikirciklidir. Onlara ikincil bir anlam yüklenir ve bu da onları çoğu zaman asıl belirleyiciliklerinden uzaklaştırır. Egemen toplumun baskısı altında metaforik bir anlamda evsizler sığınağı hâline gelirler. Doğrudan amaçları bir yana, başka amaçları da vardır: elitler tarafından onlara tahsis edilen yerlerdeki beyaz yakalı işçileri muhafaza etmek ve laf arasında, ilk etapta pek de ilgilerini çekmeyen kritik sorulardan onları uzaklaştırmak. Çağdaş filmlere gelinecek olursa, Frankfurter Zeitung’da yayımlanan iki denemede (“Küçük Tezgahtar Kızlar Sinemaya Gidiyor” ve “Çağdaş Film ve Seyircileri”) göstermeye çalıştığım şey, hemen hemen bütün endüstri üretimlerinin, mevcut durumun ya aşırılıklarını ya da temel dayanaklarını soruşturma hatasına düşerek onu meşrulaştırmasıdır. Halkı sahte toplumsal yüksekliklerin sözde çekiciliği yoluyla uyuştururlar, tıpkı hipnotize edenlerin ışıltılı nesneleri uyutma aracı olarak kullanmaları gibi. Aynısı resimli gazetelere ve dergilerin çoğunluğuna da uygulanır. Daha yakın bir inceleme, sürekli yinelenen resimsel motiflerin, bazı önemli meseleleri sonsuza dek resimsiz bellek yitiminin uçurumuna sürüklemek için büyülü efsunlar gibi işleyeceğini gösterir – toplumsal varlığımızın tasarımı içerisinde kavranmayan, tersine bu varlığın kendisini parantez içine alan meseleler. İmgelerin uçuşu, devrim ve ölümden uzaklaşmaktır.
Resimli büyü kitlelere dışarıdan saldırırsa spor, -aslında hafta sonu geleneğine ışık tutan beden kültürünün bütünü- varoluşlarının merkezi biçimlerinden birisi olur. Bedenin sistematik eğitimi, modern ekonominin gelişmekte olan taleplerine hayati ve gerekli karşı denge üretme görevini hiç şüphesiz yerine getirir. Ne var ki sorun, çağdaş spor endüstrisinin yalnızca bu gerekli eğitimle ilgilenip ilgilenmediği, spora toplumsal değerler hiyerarşisinde böylesine seçkin bir yer atfedilmesinin nedeninin, kitlelere tamamen sömürüldükleri bir oyalanma fırsatı sunup sunmadığıdır.
Sporun popülerleşmesi karmaşıklıkları çözmez ancak büyük ölçekte bir baskı semptomudur; toplumsal ilişkilerin düzelmesine katkı sunmaz ancak apolitikleştirmenin büyük bir aracıdır. Bununla beraber, bu durum sporun uygarlığın zararları karşısında başvurulacak doğal hak adına devrimci bir kitle arzusunun ifadesi olamayacağı anlamına gelmez.
Kaynak: Siegfried Kracauer, “Shelter for the Homeless”, içinde The Weimar Republic Source Book, haz. Anton Kaes, Martin Jay ve Edward Dimenberg, s.189-191.

Yorum bırakın