Razmig Keucheyan ile Söyleşi

Aklın Sol Yarısı kitabınızın altbaşlığı, Bugün Eleştirel Teoriyi Haritalamak. Neden “Haritalamanın” bugün sol için stratejik önem taşıdığını düşünüyorsunuz?

RK: Her ordu, savaş alanında iyi haritalara ihtiyaç duyar. Harita size düşmanınızın nerede konumlandığını, kim olduğunu, güçleriyle zayıflıklarını ve böylece nasıl saldırılacağını anlatır. Ayrıca bir harita, arazi hakkında, onun nelerden oluştuğu ve potansiyelleriyle ilgili bilgi vermelidir. Örneğin, şehirlerde veya ormanlarda savaşmak farklı savaş planları ve silahlanmayı gerektirir.

Elbette sadece Jorge Luis Borges’in romanlarında harita, gerçekliğin kesin bir taklididir. Harita tanımı gereği, bir tahmin ya da yalınlaştırmadır. Karmaşık bir gerçekliği basitleştirilmiş terimlerle temsil etmekten başka bir amacı yoktur. Hatta, aynı gerçeklik için farklı işlevlere sahip birkaç harita bir arada bulunabilir.

Kısaca haritalamak, stratejinin koşuludur. Bu, Devlet ve askeriye tarafından her zaman kontrol edilmesinin nedenidir.

Teorileri, özellikle eleştirel teoriyi haritalamak, güncel politik konjonktürün haritalandırılması gibi daha genel bir çabanın parçasıdır. Açıkçası yirminci yüzyıl boyunca sol için -reformist ve devrimci sol- işler hiç de iyi gitmedi. Devrimin pek çok fikri krizdedir – bu artık geçerli olmadığı anlamına gelmez. Bence oldukça güncel.

Solun güç ve teorilerinin şu anda zaman alabilecek yeniden yapılanma sürecinde olduğunu kabul etmek gerekir. 21. Yüzyıl bizler için bilinmeyen bir kıta gibi olsa da, bu yeni savaş alanını doğru haritalarla temsil etmeye çalışmalıyız. Bu Aklın Sol Yarısı kitabımda yapmaya çalıştığım şey.

Çağdaş pek çok eleştirel teori vardır. Eleştirel teorilerin parçalara ayrılma sürecine şahit oluyoruz. Bu en azından 1970’lerden bu yana devam eden siyasi “öznelerin” parçalanmasını yansıtmaktadır. 19.yüzyılın ilk yarısındaki işçi sınıfının ortaya çıkışından beri proletarya, toplumsal ve politik değişimin uygulayıcısı olarak solun merkezinde yer almıştır. Proleterya, her zaman diğer “özneler” ile bir arada bulunur. Bununla birlikte, politik etkileri daha az önemliydi.

Kuşkusuz, bugün işçi sınıfı hâlâ varlığını sürdürmektedir ancak sol üzerindeki politik merkeziliği zayıflamıştır. Ayrıca, mesleki ve etnik açıdan daha çeşitlidir ve bu da siyasal temsiliyetini daha zor hâle getirmektedir. Diğer hareketler -örneğin, kadın hareketi ya da sivil haklar ve ırkçılık karşıtı örgütlenmeler- ivme kazanmıştır. Ayrıca, bu hareketleri modern dünya görüşlerinin merkezine koyan teoriler de öyle.

Kitabınızda çağdaş eleştirel teorilerin kusurlarından birisinin stratejik düşüncenin zayıflığı olduğunu vurguluyorsunuz. 2008’de başlayan kapitalizmin krizinin bu perspektiften değişikliklere yol açabileceğini düşünüyor musunuz?

RK: 1980’lerden beri Marksist olmayan teoriler çok iyi bir konuma geldi: postyapısalcılık, kültürel çalışmalar, post-kolonyal çalışmalar, Axel Honneth’in tanınma teorisi (Frankfurt Okulu’nun üçüncü jenerasyonu), Jacques Rancière’in radikal eşitlikçiliği vb. Yirminci yüzyılın eleştirel teorilerinde, Marksizm çeşitli biçimlerde birçok ülkede baskındı. Ancak, artık değil.

Bu marksist olmayan eleştirel teoriler birbirlerinden oldukça farklıdır. Bununla birlikte, en azından iki varsayımı paylaşırlar. Bunlardan birincisinde sınıf, modern dünya görüşlerinin merkezinde olmaktan çıkar. Bazen ise bütünüyle namevcut hâle gelirler ya da ikincil önemde olurlar.

İkinci olarak, bu teoriler her türlü “bütünleştirmeye”, modern dünyanın herhangi bir şekilde tutarlı bir “sistem” olarak temsil edilmesine karşı güvensizdir. Bu da “kapitalizm” kavramının neden hiçbir yerde bulunmadığını açıklamaktadır.

Şimdi, sizler kapitalizmin varlığını zorlu da olsa unutmayı deneyebilirsiniz. Ancak, kapitalizm sizi unutmaz. Bir başka ifadeyle, kapitalist sömürü ve yabancılaşma canlı ve iyi durumda. Gramsci’nin deyimiyle “organik krizin” bir parçası olan, 2008’de başlayan ve halen devam eden kriz bunu açıkça ortaya koymuştur.

Bu kriz, eleştirel teoriler arasındaki güç ilişkilerinde bir değişime neden oluyor. Örneğin, post-kolonyal teori ya da Jacques Rancière’in kapitalizmin krizi hakkında söyleyecek pek bir şeyi yok. Çünkü, kapitalizmin kendisi hakkında söyleyecek bir şeyleri yok. Bugün, krizin dinamiğini anlamamıza yardımcı olan teorisyenler kimler? Leo Panitch, Nancy Fraser, Robert Brenner, Perry Anderson, Ellen Meiksins Wood, Anwar Shaikh, Giovanni Arrighi, Claudio Katz, Mike Davis, Gérard Duménil… Hepsi o ya da bu şekilde Marksist.

Bunun sonucu olarak, ilerleyen yıllarda “Marksizmin dönüşü”ne şahit olacağımızı düşünüyorum. Bununla birlikte, Marksizm geçmişteki gibi geri dönmez. Marksizmin tarihi, Marksist dünya görüşünün merkezi yönlerini korurken, yeni konjonktürün ana unsurlarını kavramasını sağlayan kavramsal bir mutasyon sürecinden geçtiğini göstermektedir.

Örneğin, Marx ve klasik Marksizm’de finans teorisi vardır. 1910’da yayımlanan Finans Kapital kitabında Rudolf Hilferding, bugün hâlâ geçerli olan bir yaklaşım geliştirdi. Ancak, 1970’lerden bu yana sermayenin finansallaşmasının, Marksistlerin kapitalist tarihin bu özel aşamasının işleyişini anlamak için çalışmasını gerektirdiği açıktır. Birçok çağdaş Marksistin yaptığı da tam olarak budur. Marksistler, geleneklerinin zihinsel hazinelerini el üstünde tutmalı ve yeni gelişmeler huzurunda değişiklik yapmaya hazır olmalıdır.

Pek çok çağdaş eleştirel teoride, işçi sınıfı artık merkezi  “özgürleşmenin öznesi” konumunda değil. Bununla birlikte, pek çok toplumsal hareketin kalkış noktası artık sınıf değil, toplumsal cinsiyet ve ırk olsa bile bu hareketin üyeleri ortak maddi koşulu paylaşmaktadırlar. Bir başka ifadeyle, bunun farkında olsalar da olmasalar da onlar işçi sınıfının bir parçası. Size göre, bu hareketler gelecekte bir noktada birleşebilirler mi ve işçi sınıfı siyasetini canlandırabilir mi?

RK: Kesinlikle. Stuart Hall’un dediği gibi bazı tarihsel bağlamlarda ırk, sınıfın popüler sınıfların belirli kesimleri tarafından öznel olarak deneyimlenme biçimidir. Aynısı toplumsal cinsiyet ve diğer politik kimlik biçimleri için de söylenebilir. Bununla birlikte bu şu anlama gelmiyor: modern dünyada bütün toplumsal ilişkiler “son kertede” sınıfa evrilecektir. Irk ve toplumsal cinsiyet ayrı ayrı “görece özerk” bir dinamiğe sahiptir. Bu, bütün ezilenlerin ortak bir hareket inşa ederek maddi bir ilgiyi paylaştıkları anlamına gelir. Böylece işçi hareketi, yirminci yüzyılın sonundan beri şiddetli krizler geçirse de şüphe yok ki kalıcıdır. İşçi hareketi, uzun tarihi boyunca pek çok kriz geçirmiştir.

Bugün bizim için zor sorular şunlardır: Birincisi, yirmi birinci yüzyılda işçi hareketinin ağırlık merkezi Küresel Güney’de mi olacak yoksa Kuzey’de mi kalacak? Güçlü işçi sınıfı hareketi, ulusal özgüllükleriyle Çin’de, Hindistan’da, Güney Afrika’da ya da Brezilya’da. Öbür taraftan, Amerika’da ve bazı Avrupa ülkelerinde “demokratik sosyalizm” Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn’in kampanyaları ya da Fransa’da Jean-Luc Mélenchon ile yeniden siyasi gündemde. Bu liderlerin ve hareketlerin kendi sınırları bulunmaktadır ve Marksistler onlara eleştirel olmalıdır. Ancak hepsinin bir şekilde sınıf dilini konuştuklarını ve bunu genellikle diğer söylemsel unsurlarla karıştırdıklarını da kabul etmek gerekir.  

İkinci olarak, işçi hareketi ne tür politik örgütler kurmalı? Yirminci yüzyıl boyunca devrimci partiler, evrildi ve koşullara adapte oldu. Bir diktatörlükte ya da demokraside faaliyet göstermek, işçi hareketinin üstleneceği siyasi müdahalenin türü açısından büyük önem taşır. Kısacası, Lenin’in öncü partisi Togliatti’nin kitle partisi değildir. Peki, bugün söz konusu devrimci siyasi biçimler ne olabilir?

Kapitalizm ve doğa arasındaki ilişki hakkında, Nature Is A Battlefield başlıklı bir kitap yazdınız. Marksist perspektiften ekolojik krizi nasıl kavradığınızı biraz daha anlatabilir misiniz?

RK: Ekolojik Marksizm, çağdaş Marksizmin John Bellamy Foster, Jason Moore, Daniel Tanuro, Andriana Vlachou, Michael Löwy, James O’Connor, Ted Benton gibi yazarlarla en ilgi çekici kısımlarından birisidir. Yeni bir çağın zihinsel zorluklarına uyum sağlama kapasitesi, bir siyasi geleneğin canlılığının değerlendirilebileceği ana kriterdir ve Marksizmin bu testi geçtiğinin oldukça açık olduğunu düşünüyorum. Teorik olarak, Marksizm bana bugün en ilginç dönemini yaşıyor gibi görünüyor. Sorun, Marksizmin popüler sınıflar üzerindeki siyasi etkisini kaybetmiş olmasıdır. Marksizm için, hayati önem taşıyan teori ve pratik arasındaki bağ zayıflamış ve birçok ülkede tamamen ortadan kalkmıştır.

Marksizm ve çevre krizi arasında iki görme biçimi bulunmaktadır ve her ikisi de ilgi çekicidir. Bunlardan ilki, geri dönüp Marx’ı ve Marksist geleneği okumak, ardından kapitalizmi getirdiği ekolojik felaketler konusunda oldukça açık bir farkındalığa sahip olduklarını göstermektir. Örneğin, John Bellamy Foster’ın Marx’ın Ekolojisi adlı müthiş kitabında yaptığı şey budur. 

Ya da Marksist kategorileri – değer, sınıf, fetişizm, emperyalizm…- çevre krizini daha ampirik bir şekilde anlamlandırmak için kullanabiliriz. Bu da genellikle onları Marx’ın doğası gereği bilmediği günümüz gerçekliğine uyarlamayı gerektirir. Nature is A Battlefield ile Ekolojik Marksizm’in ikinci kısmına katkı yapmayı denedim.

Örnek vermek gerekirse, kapitalizm ve doğa arasındaki ilişkide sık sık gözden kaçırılan kritik nokta asla dolaysız olmamalarıdır. Her zaman Devlet tarafından dolayıma sokulmaktadırlar. Marx’ın Grundrisse’de söylediği gibi, “Dünya pazarını yaratma eğilimi doğrudan sermaye kavramının kendisinde mevcuttur.” Bununla birlikte, dünyanın her tarafında dolaşıma girmek için metaların altyapıya ihtiyacı vardır: taşımacılık ve iletişim araçları ya da enerji sistemleri. Bu altyapılar eş zamanlı bir şekilde yok eder ve doğayı üretir. 

Peki, bu altyapıların inşasından, bakımından ve yenilenmesinden kim sorumlu? Genellikle Devlet. Böylece kapitalist Devlet, egemen sınıfların elinde güçlü bir doğa üretim aracı olarak görülmelidir. Bu aracın amacı, Marx’ın “üretim koşulları” dediği şeyi garanti altına alarak kapitalizmin mantığını gezegene yaymasına yardımcı olmaktır.

Böylece, kapitalist değer biçme süreçleriyle bağlantısını koparmak için ilerlemeci ve devrimci hareketlerin hedeflerinden birisi Devletin kontrolünü geri kazanmak ve onu demokratikleştirmek olmalıdır.

Birkaç ay önce yazdığınız bir makalede, Onet grevcilerinin Gramsci’nin doğru varisleri olduklarından söz ettiniz. Bu ne anlama geliyor?

RK: Tuhaftır ki, Gramsci geçtiğimiz dört ya da beş yılda Fransa’da moda oldu. Ancak, kötü anlamda. Siyasetçiler ve ana akım gazeteciler, Hapishane Defterleri’nden belirli bölümleri, özellikle de “kültürel cephe”, fikirlerin “kültürel savaşını” yürütme ihtiyacı ve kriz zamanlarında ortaya çıkan “hastalıklı fenomenler” ile ilgili olanları alıntılamayı ya da yanlış alıntılamayı alışkanlık haline getirdiler.

Diğer ülkelerde olduğu gibi Fransa’da da, sağ-kanat güçleri ve entelektüeller Gramsci ile ilgilendi. Aşırı sağın [Nouvelle droite] arkasındaki esas düşünür Alain de Benoist, 1980’lerde “Sağ Kanat Gramsciliği İçin” başlıklı bir makale kaleme aldı. Bu makalede, 1968 hareketlerinden sonra iktidarın yeniden ele geçirilmesi için, sağ ve aşırı sağın öncelikle “kültürel” savaşı kazanması gerektiğini ilan eder. Alain de Benoist’in Amerika’daki “Alt Right” hareketi üzerine büyük etkisi olduğunu not etmek ilgi çekicidir.

Bu politikacı ve entelektüellerin tamamı, Gramsci’nin Marksist ve modern dünya üzerindeki bakış açısının sınıf temelli olduğu basit olguyu unutuyorlar. Gramsci için, “kültürel cephe” “ekonomik cephe” ve “politik cephe”den ayrı bir şekilde düşünülemez.

Onet, Fransız temizlik şirketi. 2017 yılında işçilerinden bazıları Paris’in kenar mahallelerinde düşük ücret ve kötü yaşam koşulları karşısında greve başladı. İçlerinde sadece fakir işçiler yoktu, çoğu Fransa’ya yeni gelmiş göçmenlerdi ve bazıları kaçaktı. Grev sırasında, Le Monde Diplomatique’de bir makale yayınladım ve Gramsci’nin bugün hayatta olsaydı tüm enerjisini bu işçileri desteklemek için harcayacağını söyledim. Onet işçileri, hakkında daha önce konuştuğumuz yeni işçi sınıfını temsil etmektedir. Gramsci her zaman anti-kapitalist praksisin yeni biçimlerini gözetlerdi. Ona göre “kültürel cephe”, nihai hedefi kapitalizmin üstesinden gelmek olan daha geniş devrimci bir siyasetin parçasıdır.

Kaynak: https://www.versobooks.com/blogs/3919-razmig-keucheyan-you-can-try-very-hard-to-forget-about-the-existence-of-capitalism-but-capitalism-will-not-forget-you

Yorum bırakın